Aliya İzzetbegoviç ve Denge Ahlâkı

Denge; İslam ahlâkının en omurga kavramı… Varlığın hal diliyle terennüm ettiği senfoninin güftesi… Varlık orkestrasının şefi makamına atanmış olan insanın ontolojik levhasının üzerinde yazılı olan hayat verici mesaj… İslam akidesinin özet konsepti… Tevhit tam bir denge öğretisi ve şirk en fena dengesizlik… Denge, risaletin ana mesajı ve Muhammedi ahlâkın tek kelimeyle anlatımı… Ümmetin yıldızları olan ashabın vahiy mühürlü ahlakı… Vahiyle inşa olmuş bir mü’minin psikolojisindeki havf u reca, duruşu… Denge, kulluğun ruhu… Denge, ubudiyetin semeresi… Denge, Doğu ve Batı medeniyeti arasında köprü olan İslam’ın ikinci adı… Denge aklın, vicdanın, fıtratın ve vahyin ortak sesi… Denge hayat veren bir yüce ahlâk… O, vahiy eksenli hayatın inşasında altın değer…

 

Aliya İzzetbegoviç, İslam’ın medeniyet olarak bir denge medeniyeti olduğunu ifade eder. Ona göre İslam, doğu medeniyeti ile batı medeniyeti arasında köprü konumundadır. İzzetbegoviç’e göre dünya görüşleri üç kümede toplanır. Doğu medeniyeti olarak kastettiği, Hind-Hıristiyanlık ve İdealizm doğrultusundaki Buda, Eflatun, Hegel, Kant veya Henry Bergson gibi ruhçuluğu esas alan anlayış diğer taraftan ise batı medeniyeti, yani Yunan, Yahudilik veya Materyalizm doğrultusunda Aristo, Hobbes, Marx ve Russel gibi maddeyi esas alan dünya görüşleridir. Bu anlayışların birinci kategoride yer alanı ruhçuluğu esas alırken ikincisi maddeyi esas alır. Biri tamamen maddeye yoğunlaşırken diğeri ruha yoğunlaşır (Izzetbegovic, İslam Between East and West).

 

Aliya İzzetbegoviç der ki; tarih bu iki kutuplu düalizmin sürekli çatışmasının tarihidir. İnsanlık sürekli ruh ile madde, soyut ile somut, nitelik ile nicelik, manastır ile okul, rahip ile şövalye, kilise ile laboratuar, ahlak dramı ile yasam gerçeği arasında gidip gelmiştir. Ancak İslam bu iki dünya arasındaki köprü konumundadır. Dolayısıyla İslam; manastır ile okulu, fizik ile metafiziği, ruh ile maddeyi birleştiren tevhidi bir dünya görüsüdür. Ali Şeriati, Muhammed İkbal isimli çalışmasında tarih boyunca bu ikili çatışmaya atıf yapar. “Lao Tse, Çin toplumunu ahirete yöneltti ve sonra Konfüçyüs onları tekrar dünyaya çekti. Batı da ise yine aynı durum yaşandı. Roma, Hıristiyanlık mistisizmi ile Batı toplumunu ahirete yöneltti ve sonra batı Rönesans ile tekrar dünyaya ve pozitivizme yöneldi” Bu iki kutuplu düalizm hep görüldü. Zira ifrat tefriti, tefrit ifratı körükleyendi. Oysaki İslam, bu ikisi arası dengeyi saklayacak değerler siteminin adıdır der İzzetbegoviç.

 

Dolayısıyla İslam bir denge dinidir ve medeniyetler arası muvazene unsuru olma özelliğini muhafaza etmektedir. İslam toplumlarının, bu medeniyetler arası köprü olma işlevini tekrar kazanabilmesi için medresedeki ilim, tekkedeki ahlak ve kışladaki disiplin anlayışı ile kendilerini yeniden yapılandırmaları gerekmektedir. Daha başka anlatımla ruh ve madde dengesizliği ortadan kaldırılmalıdır. İslam ne tekke ruhbanlarının algıladığı gibi terk-i dünya diyerek bu dünyanın sorunlarına kapalı yasamak ne de bir takim siyasileşen güruhlar gibi İslam’ın sadece sosyal ve siyasal taraflarıyla ilgilenip kulluk hayatına yönelik sorumlulukları unutmaktır. Dengeli olunduğu takdirde İslam bir medeniyet olarak tekrar hayat bulacaktır. Zira dengede hayat vardır.

 

Hayatın her alanında denge esas olmalıdır ki insanlığın önünde şahitler olalım. Vahiy öyle diyor, “…ve böylelikle biz sizi dengeli bir ümmet kıldık ki insanlığın önünde şahitler olasınız…” (2/143).  Bu âyet dengede hayat var gerçeğini bize hatırlatmaktadır. Zira denge ilahi bir yasadır. Vahiy eksenli bir hayatın inşasında ise dengenin önemi kaçınılmazdır.

Add Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *